Çarşamba, Ağustos 27

Güzelce Kayboluyorum!


kaybolmak her ne kadar tanışılmamış şeylerle karşılaşmak, şaşırmak, farkında olamamaktan dolayı gerçekleşen bir eylemmiş gibi görsemde,aslında bazen bunun tam terside olabiliyor. çoğu durumda kaybolan bir insan bir şeylerin farkında olduğu için kaybolur, bazı şeyleri görebildiği sezebildiği için kaybolur. cahil mutludur, ama düşünen insanda kaybolmaktan haz alır. hayatın ne kadar karışık olduğunu bilen halimizle ve dünya o kadar kötü bir yerdir diyebilecekken, gerçekten gören bizlerin kaybolması kadar doğal bir şey yoktur sonucuna ulaşıyorum. hayat, önümüzde hiç bir zaman görünen mükemmel tasarlanmış koridor olmamıştı elbet.

Ki şuan eskiye göre maddesel olan tasarım çokca mükemmele yakın,ama bu kayboluş; yalnız olduğum ya da bana yol gösterecek kimse olmadığı için değil, belki de yalnız olmadığım ve yolu çok iyi bildiği içindir düşüncesi.

hayatın anlamının ne olduğunu çözen bir arkadaşım vardı. hayattaki her şey şaşırmaktı ona göre. her şey bittiği zaman elimizde kalan her şey, hayatımız boyunca şaşırdığımız her şeydi ve sadece şaşırdığımız anlar hatırlanmaya değer anlardı demişti bana. başına ne geleceğini bilen bir insan için kaybolmak, bilmediği yerlere gitmek ve şaşırarak hayatına anlam kazandırmak ihtiyacından doğar belki de.

ruhuma gerçekten erişip ona dokunabilecek olan, daha önemlisi bunu yapan birini-lerini bulamak,ve güzelce kaybolmak,ne anladığımı
bilmeden,tebessümle...

Pazartesi, Ağustos 25

Buaralar...

Ötekim,hayatımın her karesinde kendimi görür oldu buara,ben merkezciliğin yada bir başınalığın çok dışında birşey bu..varoluşum beni güvende tutuyor sanırım,saklamak istiyor belkide herşeyden..okul ve okulla beraber yeni sorumluluklar beni bekliyor..uğraşlarımı seviyorum,ve onlara geri döneceğim için mutluyum..gökyüzü haritama gelince..

pusulası sonsuzluğu işaret ettiğinden bu yana,bu Dünyaya bırak birazda anlatacakarını diye tutturdu..yol hikayelerim var oysaki,sonsuzluğu bulduğum denizlere varma çabam,yanımda büyümüşlüğüm,gördüğüm her haliyle..ama yetmiyor ona..cebimden çıktığına memnun,benide alıp gökyüzünden insanları seyre dalmaya ikna etmeye uğraşıyor her halimi..

Pazar, Ağustos 24

"Kül mü Heykel mi?"

"Gezmeli insan bazen geçmişini, bir müzeyi gezer gibi gezmeli, heykellerini ziyaret etmeli, saymalı onları, ne kadar yaşadığını o heykellerden anlamalı.

Ve sormalı...

Geleceğimde kaç heykel var?

Yaşayacaklarımın ne kadarı küle, ne kadarı heykele dönüşecek?

Ne istiyorum diye de sormalı.

Kül mü, heykel mi?"

Cumartesi, Ağustos 23

İstiyorum ki!

İstiyorumki simitçi geceden kalma gözlerimi karşılamasın,istiyorumki ufukta dağıtmaya hazır bir gemi görünsün,yine böyle sabah..iskelede bir med-cezir hali başlamadan..beni sarsmadan kendime getirsin..ama olmuyor,istemekten öteye gitmiyor yine..çünkü bir kere demişsindir;kimsenin kahramanım olmaya gücü yetmez diye..hayatıma varoluşu yanında kimse yokken katmışımdır ta bugüne kadar ellerimle büyütüp getirmiştim..kimselere vermek istemezsin onu..
paylaşmaksa..kendimi sarpa sarmışlığımla meşgulken varoluşumu paylaşıma değer görmem söz konusu bile olamıyor işte.o bir kenarda duruyor ben karamsarlıklar hevesinde, gününü gün edene kadar bekliyor..

Cuma, Ağustos 22

Tekrarlanan Öteki...

Benliğime ulaşmanın seyrindeyim buaralar ,neler görüyor bende onun da farkındayım,ve biliyorda aslında çıkmazların, kaosların beni korkutmadığını.çünkü yine biliyorki durduğum cesurluğa yakın bir yer..sadece bana daha nekadar şaşıracak,kızacak,üzülecek

onu bilemiyor.bir de zamanı hatırlatıyor bana..

Zaman, içte öldürlülmüş mevsimlere yahut vazgeçemediğimiz yaşamlarla geçen hayatlara hep şahit olmuş..buna sebep olanda o gidişlerin sonsuzluk adı altında bir cazibe,bir çıkmaz olmasındanmış,iskeledeki med-cezirlerden nasibini almış gitmeler,sonsuzluk adı altında insanları sarpa sarmış.hep birbirlerinin hayatında kalmışlar,ve,aslında hep,yalnız bırakılmışlar..

zaman işte böyle,geçerken acıttığını anımsatıyor..ama asıl acıtan o değil..varoluşunu yüreğinde tutman gerekirken onu birine unutması için sunman..

Perşembe, Ağustos 21

gerçekliğe yakınlığım...

Şuan zaman uykuyu göstermeliydi.Rüya görmeliydim mesela.ben işte, yine yolda yürüyorum,aklımda yaşamın ta kendisi oluşum(dolayısıyla yük bir yürümek..değil bu)gökyüzü haritam cebimde,yerlerde kurular var,hava durgun.ne rüyamı
ne ötemi,ne beni, ne onları boğmuyor gece.gayet olması gereken haliyle..

ama,sabah..
rüyadan bahsedince uyandığımı sandım bian.güzeldi.yinede şuan bir akıllı benmişim gibi hissediyorum.bu vakitleri yalnızlığından kurtardığımı düşünerek,dolayısıyla uyanıklığımın işe yaradığını düşünerek yol alıyorum aynı yollarda...İzler yoktu elbet.Bir his vardı,ne zaman var olduğumu anlamadığım bir his...

Çarşamba, Ağustos 20

...Masmavi-Kapkara...

Taksim,haftanın 6 günü 7 saat kalmak zorunda olduğum yer.Ki, gecesi bile yok.Onca ışık güneş misali aydınlatıryor her sokağı.Görünmeyen karanlığına lafımsa hiç yok...
Taranmış,traş olmuş,giyinmiştim...Bugun farklıydı çünkü,nedeni yoktu,sadece isteyince oluru zorluyordum...Erken bir iş başı sonrasıda erken bir ara...hakiki ışıkla aydın sokaklarda evime dönüş,günün yarısı...

Bir çift göz,masmavi, insanların akın akın ettiği yere yakışan canlılığıyla.Sözde bilgeliğin etiket takıldığı bir yerin(kitap,CD;evi) tam önü.Öylece uzanmış.Hani sürekli gördüğümüz afrika resimleri vardır;açlıktan bir deri bir kemik misali.Farksızdı tonu,farksızdı çaresizliği.Bir resim karesi değildi,yada izlediğim bir belgesel yada kupkuru bahçede çaresiz çiftiçi.Öylece uzanmış...Kafasını kaldıramıyor,kusmuştu güçü yettiği mesafeye,arada yere vuruyordu elini gücü yettiği kadar,belli ki can çekiyordu.Arada etrafa bakıyordu gücü yettiği kadar,ama sadece gözleri oynuyordu.Converse ayakkabılar,lives kotlar karşılıyordu.Markalarda selam veriyordu kazanmış edasıyla...
Ellerinde nikon makineleriyle kareleyenlerde vardı bu anı...Birşey olmalı,birşey yapılabilmeliydi.Canım acıyordu sade,tityordum,cıvıllığını kaybetmemiş meydana bağırabilmeliydi.Birşey olmalıydı,bişey yapabilmeliydi bisküvi ve bozuk paradan öte...Bu gözler farklıydı çünkü,mavinin içindeki o derinlemesine siyah yoğunluğu farklıydı...Tamam,belki bir çok hata yapmıştır,belkide saflığıydı bu hale getiren.Ki bu aşamada önemli mi ki?Bişey yapmalıydı...Kime,ne söylemeliydi;elinde koca çantaları olana, hadi bir yerinde tutalım, yada biraz yukarısındaki lacoste'dan çıkan, hastane parası= tişört mantığını algılayamayanın gömleğinden mi çekmeliydi...Birşey yapabilmeliydi masmavi gözlere...Olmadı işte,onlardan farksız halimle olmadı...Akbaba misali duruşumuzla olmazdı zaten...


Şimdi biri çıkıpta" hiç mi açlıktan ölen insan duymadın veyahut izlemedin" diye bilir,yada bırak bu duyarlılık fasofisosunu(giydiğine bak yada markalarla olan arkadaşlığına)
Sizde haklısınız...

Salı, Ağustos 19

Beklemek,hep o dönemeçi beklemek...


Gunlerim renk degistirmeye baslamalıydı. Bir yazdır bekledigi gun gelmisti ve otemle-berim arasindaki karari vermem gerekiyordu. ya otemi secip ruhsal yasantima devam edecektim; ya da berimi secip bedenen yasayacaktim kalan gunlerimi. kalin parmaklarimi saclarimin arasinda gezdirdim, top sakallarimi sivazladim ve kedime bir opucuk kondurdum. fotoğraflardan hayat sevgisi kaptim bir an için, kararimi verirken de daha sonra kendimin de fark edecegi uzere gelecekte de aynı gülümsemeyle var olacaktım.

yillardir icimi kasip kavuran bu ayrımın tek kurtulus yolunun bir sekilde bulmuştum. bulamamamın sebeplerinden baslicalari korkakligim ve hayatimda olan onca gereksiz insanla yaşamı sevmememmiydi bilinmez.

Bugun hersey hazirdi. dislerimi fircaladim, saclarimi günler sonra anlamsiz bir sekilde taradim. sanki yeni bir yasama gidiyormuscasina huzur ve umut doluydum, gerek dis gorunus, gerekse zihinsel olarak. mutfaga gittim, cami kapattim ve ardindan tüpü actim. yemek masasindaki koltuguma oturdum, rahat bakislarla tupu suzmeye basladim. kisa bir sure etrafa bakindim, karsimdaki gazete kağıdında küçük bir çocuk tebessümle göz kirpiyordu bana,yada oyle gelmisti. kararimi vermiştim.

dolaptan iki yumurta, yağ çıkartıp, pişirip,kahvaltı yaptım!

Pazartesi, Ağustos 18

Ey yaşam,hep istediğin gibiyim;sessiz,sedasız...


Öyle sessiz ki bu yanım,dokunmak istiyor farklı tenlere;bir kaç cümle yazmak ...Tanıtmak istiyor ruhunu;kim,nerden ve nasıl biri olduğu önemli değil yada ağlamak-kahkahalara boğulmaktan ileri bir istekse, hiç değil.
Ama Susmak onun için en buyuk erdem,hiç istemesede susmak...Susmak;edebiyle, ebediyen susmak...Kapatılmak;gecesiyle-gündüzüyle hep aynı renkte olmak...
Çünkü,biçilmiş davranışlardır ona layık olan...

Pazar, Ağustos 17

Bugün

bilmediğim dediğim herşeyde farkında olmadan gördüm yaşadım bunu,bundan dolayı bu sabahın bilinmezliğinde,ötekimi ve paylaşımımın bilinmezliği var.bunlar şuan bana ait, belki ama evet öyle,öyleyim..
..demek istediğim gülümsetmeye çok müsait olmayan ilerleyişime isteğim,benim de herkes gibi uyanıp "bugün" diye başlamam güne..ve tamam,"hergün yarın" yada "hergün aynı" demek benim elimde olsa gerek..

Cumartesi, Ağustos 16

Anlık Şeyler


Çocukluğum... Mavi önlüğüm, boyumu aşan bisikletim, üzerine çiğ düşmüş okul günlerim... çağırsam gelir misiniz? Şimdi... çağırsam gelir misiniz?

Konuşma adına...

Hayatta karsilasilabilecek en kotu ve bazen de bununla beraber en harika durum..konusmak isteyip de kendi aklınıza, cumle kurması icin mantıgınıza, kelime dagarciginiza, algılarınıza hukmedememek.sonra sustugunuzu dusunmek.daha bir susmak...sizden bagimsiz ve bazen size bile anlamsız gelen postmodern resimler gibi gorunen hisler.. bazen de konusmamak belkide..belkide telefonda-sadece orada,diger ucunda- oldugunu hissetmekle yetinmek.. bir yandan da bocalamak.. bazen de soylemek istediklerini soyleyememek ve aklın bunda takılıp kalması yuzunden baska birsey uretememek.ama sonucta, her halukarda; susmak. konusamadigini istemsiz olarak farkedip mutlu olmak, cunku aslinda heyecandan konusamamak,mutluluktan konusamamak...

Cuma, Ağustos 15

Solgun kalıyorsa başlangıçlar eksik kalsın bütün yazılar....

Kendimi umarsız ve terkedilmiş bir göğün yorgun bulutları gibi hissettiğim zamanlarda, hayat diye sunulan koşuşturmacadan alamadığım hazzın, duyumsayamadığım sevincin, hissedemediğim mutluluğun sebeplerini çok düşünmüştüm.. Bundan 14-15 yıl kadar önceydi sanırım, anlamsız suçlamalardan utanırdım... utanmam en çokta sınıfta bu haksılığa uğrama sonucu arkadaşlarımın gözünde küçülmemdi sanırsam.. yada ben küçüldüğümü hissederdim... hissettirirlerdi...

Bu ve benzeri yönelimlerden olsa gerek içimde çok büyük yıkıntılar biriktirdim... bu yıkıntılar kendimden başka kimseye zarar vermedi... içimde biriktirdiğim yıkıntılar, bir süre sonra tüm benliğimi yıktı... kendi enkazım altında kaldım.. enkaz altında üşüdüm, üşüdükçe ancak kendime sarılabildim... sarıldıkça daha çok üşüdüm... çok uğraştım gün yüzüne çıkmak için, çok bocaladım... ancak deniz dalgası misali dönüp dönüp kendimi vurdum... sonraları bir şekilde kurtuldum o enkazdan... yada kurtulduğumu sandım, sadece gelmesi olası atakları bir başka sürece ertelediğimi çok sonra farkettim... Serçeler bile unutmuşken ufaladığım tüm yıkıntılarımı, işte böyle beyaz renkte, yumru yumru, ortalama 250 gr civarında gelen şey yani beyin... meğersem bilinçaltı denen yere zulalamış tüm bunları... oysaki bilinçaltına zulalamasının manası yoktu, ben zaten aktif olarak kullanıyordum onları... yaşadığım-ız şey hiçte azımsanmayacak derecede bir travmaydı bizim için... öyle her babayiğidin başedebileceği cinsten değil ama...

Sonra ne vesile oldu bilmem, hiçte anlamlandıramadım zaten, şahin tanıklığı gözlerim, tarihsel sorgulamasını yaptı... meğersem sahnede oynanan ve bize sunulan sadece şaşırtmacalardan ibaret sahte aşklarla süslenmiş ilkokul hatırasından ibaretmiş... önüne gelen her düşe sırnaşan bir yelkenlinin tutarsızlığıymış...

Oysaki biz en masumduk... oysaki biz suçsuzduk... oysaki biz her bezirgan başında açılmayan kapılarda yakalanan haylaz çocuklardık... sadece bir şeylerin eksikliğinin tetiklediği asilikle bezenmiştik o kadar... sözüm ona sosyal hizmet uzmanlarımız çay höpürdetip, maç sohbetlerinden başını kaldırsalar bunu kaçınılmaz görecektiler ve dolayısıyla terbirlerini alacaktılar...

Bu parça parça yalnızlıktan, ayak altı sevdalardan, Kopuk gitar tellerinden, sessizlikten ve bakışsızlıktan kurtulmanın sevinciyle, Güneş gibi, su gibi özgür yanımla ve herkese, herşeye inat gün be gün çoğalan umudumula, içimdeki barış notasıyla, hayata duyduğum tarifsiz sevincimle burdayım işte... hayatın tam ortasındayım.. Artık geride onca yaşanılmışlığın ardından kendi evimdeyim,odamda...Adresin

i çok iyi bilen ve hesabını sormaya giden bir seyyah misali...Çok güçlü,çok huzurlu...

Perşembe, Ağustos 14

Bir İstanbul daha...

Yanlızlık üzerine ne çok cümleler ,ne çok söylemlerim var....

Kimseyi istememem,sigaramın dumanını havayla ile paylaşmamam,açmamam penceremi...Akbilimin çıkardığı tek bip yanlızlığımının müziği ,bazen miyav diye bağıran yumarcak ,bazen yanlız uçan kuş,yada tıkabasa dolan İEET’de sadece kendi nefesimin sıcaklığı....

Önceleri sevmezdim,hala sevmiyorum,sevemiyorum.Nasıl sevilir ki; bendenimim bir parçası olan kulaklıkla aynı şarkıları defalarca dinlemek .nasıl sevilir ki;tek kaşık,tek sandalye,adressiz kelimeler....İnsancıklara sorsan; mesut’um?so cool,ukala vb. lakaplar.

Oysa çok yanlızım,herkese fazla gelen İstanbulda tek,kimsesiz...Sevgiye en fazla ihtiyacım olduğu zamanlarda hep can çekişen aşkları kurtarmaya çalıştığımdan mı olsa gerek?Oysa kendimce dünyanın en fakir,en korunaksız insanıyken.Oysa bedenim çok güçlü,çok zengin,kral ve cool iken....içimde dünyanın en büyük boşluğuyla.

Çok kolay inanıyordum söylemlere ,içimdeki o derin sızı, kimsesizlik, ama derin...Kimsede farkında değildi bu benin,kurtarmaya çalıştığım sevgilerde,dileğimde mutluluklarda,arkadaş,dost,ahbaplarda...Belki hayatta tutan budur beni,belkide büyük yapan,abi,baba,bla blab bla.Dinleyelim,anlatmak benim için sıradışı.Dinlemek,dilemek....

Çarşamba, Ağustos 13

Hadi savaşalım...

Hadi savaşalım,sormadan sorgulamadan,bunu hep yapmıyormuyuz...
Amerika maşası olup ıraktan can alalım.Gürcü olup arkamızdaki padişahı koruyalım...Bu kez savaşa hayır demiyorum.Bu kez kimseye acımıyorum.Bu kez güçlünün yanında(Rusya) nefes alıyorum...Kör zihniyete verecek duygumda yok artık...
eee ne duruyoruz aydınlık için hadi savaşalım...

Pazar, Ağustos 10

Kader

Çok öncelere ait olan ve anlamını bilmediğim onlarca kelimeden birisiydi benim için kader. kendi küçük dünyamda anlamakta güçlük çektiğim olaylarda önüme konulu vermişti bir çözüm, bir kaçış kapısı gibi. birisine bir şey olduğunda, ya da kötü bir olay karşısında her zaman oradaydı,daimiydi...

İlk kaderle buluşmamı ise, her zamanki gibi üzüntülü bir anımda olmuştu. annemin vefaatine gelen onca insan arasında parlayan gözleriyle dolaşıyordu. bir o yana bir bu yana geziniyordu insanlar onu çağırdıkça.

etrafta bir süre anlamsızca dolaşıp, sonunda yaklaştı yanıma. sanki çok eski bir dostunu görmüş gibi sarıldı , tesellim oldum kader’in karşısında.Yapabilecek hiç birşeyim de yoktu...

Tamamda bu kader denilen şey neydi? ihtiyacım olduğunda sarılabileceğim bir dost mu yoksa arkamdan kötü planlar yapan bir düşmanım mı? birkaç saat öncesinde kader’i tanımayan ben bir anda nasıl oldu sıkıca sarılabildim kader'e? Yoksa kader denilen şey güçsüz anlarında insanları yakalayıp kendine muhtaç mı ediyordu?

o günden sonra uzun bir süre kaderle işim olmayacaktı diye düşünüyordum.Evet,o an iyice sarmalaşmıştım,bırakmayacak gibiydi.mutlu günlerimde pek karşıma çıkmıyordu bu sözde “dost”. gerçi, gerçek dost kara gün dostudur derler ya, o konuya hiç girmeyeceğim.

Ve ilkokul 3.sınftım artık,biraz daha hayat denilen şeyden anlar gibiydim.Ve kader yine karşılaşılamıştı beni.Yuvada kocaman açtığı kolllarıyla merhaba diyordu.Selamlayıp yine sıkıca sardım,yine yapacak birşeyim yoktu.

Duydum ki, kader çok bilge birisiymiş. olacak her şeyi bilirmiş ve ona kimse karışamazmış. o ne derse öyle olurmuş. öyle birisiymiş ki, gün geldiğinde benim yerime karar verecekmiş. öyleyse, kader sadece dostum veya düşmanım olacak birisi değil, nerdeyse efendim olacak, benim yerime karar verecek.

oldum olası benim yerime karar verilmesini sevmemişimdir. ne zaman “şunu yapacaksın” dense, yapacağım varsa bile isteğim kaçar. oysa kader hakkında düşündüğümde herşeyimi bilip, zamanı geldiğinde en acı kararı bile verebilen birisini görüyorum. peki acaba bu kişi gerçekten benim yerime karar verebiliyor mu?

bugün olduğum nokta geçmişte verdiğim büyük-küçük,doğru-yanlış, zekice-aptalca yüzlerce kararın birleşimiyse, ve o kararları ben vermişsem ,nasıl kader’in benim yerime karar verebildiğini düşünebilirim?

her başıma gelen olayın geçmişte verdiğim kararların bir sonucu olduğunu düşünsem, ve kader’in kafamda yarattığım hayali bir kahraman olduğuna inansam bile, ne zaman ki kaybettiklerim aklıma gelse, veya sevdiğimin neden dünyanın öbür ucunda oldu artık sorusunu sorsam, güçsüz düşüyorum ve işte o an yine çıkıveriyor karşıma parlayan gözleriyle, ve sesleniyor: “sarıl bana”

ben onu, ne bir dost, ne bir düşman ne de efendim olarak görüyorum. insan olmamdan kaynaklanan güçsüzlüklerimin yarattığı hayali bir kahraman, ve her hasta gibi, bir tarafım o kahramana inanmak istiyor. öbür tarafım, yani mantığım ise tüm gücüyle itiyor. uzun zamandır mantığımı dinliyorum, şuaralar hernekadar kaderin yavaşca selamlatışını görsemde umarım kadere karşı koyamayacak kadar güçsüz bir günüm daha olmaz...

Mutluluk...

Günün doğuşunu seyrederken hiç mutlu olan varmıdır ki?Yada uykusuz bir gecenin sonunda etrafın yavaş yavaş aydınlandığını gördüğünde gülümseyen?Aydınlığa duyulan bu özlemin nedeni ne ki?Yoksa özlem duyulan şey yalnız olmak mı? Pencereden yurdun bahçesine bakmak ne güzel birşey,bu rüzgarın yüzüme vurması nasıl rahatlatıcı.Şuanda benim gibi pencereden dışarıya bakan kaç kişi daha vardır ve kaçı benim kadar mutludur bu basit olayı yaşamaktan?Bu sabah bu yatakta oturup rüzgarı bedenimde hissettmekten,odaya giren temiz havayla sigaramdan çıkan dumanı yarıştırmaktan,kuşları pencereden giren gün ışığından görmekten dolayı çok mutluyum.Çünkü bugün bana doğdu benden başka kim gördü ki bugünün ilk ışığını,temiz havanın şu saatlerdeki oksijenini kimin akciğerleriyle paylaştım ki?Ben kimseyi görmüyorum şuanda,bu sabahı yalnız karşıladım ve havayı yalnız ben soludum, işte buyüzden bugünün doğuşu birkez daha tatlı .Şuan odamda biri daha uyanık olsaydı eminimki güneşin doğuşu dikkatimi çekmeyecekti,yada şuandaki kuş seslerini duymucaktım.Yalnızlıktan bu kadar korkarken ve bu kadar canım yanarken yalnız olduğum için mutluyum şuanda.Dengesizim işte!Çünkü insanım.Diğerlerinden farklı yada eksik değilim dengesiz olduğum için.Çünkü yine söylüyorum uykusuz geçen bi gecenin ardından, sabahın ilk saatlerinde dışarıya baktığında, o anda duyduğu tek ses olan kuş sesini duyduğunda gülümseyen çok az insan vardır.Herkes yalnızlıktan korkar ama severde yalnızlığı.Yalnızlık nasıl güvende hissettiryorsun bana kendimi, şuanda olası tek düşmanın yine kendimim ve sensin.Sadece kendi varlığım korkutuyor beni, çünkü biliyorum sen beni seversin,sen insan seversin.Başka hangi canlıda bu kadar çok duygu ve his yaratabilirsin ki, yada sana ne bu kadar anlam kazandırabilir ki?Birazdan güneş iyice gösterecek kendini ve benim mutluluğum gitgide azalacak.Pencereden giren güneş ışığı bedenimde hissedilmeye başladı bile, kuş sesleride kalabalıklaşmaya...Halbuki sabah 6'da güneş hiç kimseyi yakmaz,kuşlar da bu saatte susmaz.Benimse memnuniyetsizliğim gitgide artıyo.Çünkü biraz önce uyanan oda arkadaşımla paylaşıyorum sabahın bu güzel saatini,birazdan diğeride kalkacak , telefonla alarmları çalmaya başlayacak,sonra Çevtem personelinin temizlik sesleri,bir diğeri osurup oksijenime metan karıştıracak,biri kapıyı açıp koridorda uzanan kedileri uyandıracak,o kediler açlıklarından dolayı dışarı çıkıp kuşlara saldıracak,kuşlar başka yerlerde ötecek,tuvaletteki saçkurutma makinesinin sesi penceremde kuş sesini bastıracak.Sonuç olarakta benim yüzümdeki gülümseme solacak, bu mutluluktan uzaklaşacağım.Hani her şey paylaşıldığında güzeldi? Nah güzel!Yalnızlıkta gitti şimdi ve önümde 2 seçenek var ya yurttakilerle beraber günün bu ilk saatlerini paylaşıcam yada gözlerimi kapatıp popoyu devirip sabah güneşinden mahrum kalıcam.Ben uyucam çünkü orda sadece ben olucam ne sabahlar doğurup,ne kuşlar getirecem pencereme,gelen karga bile olsa sadece bana uğursuzluk getircek,kimseyle paylaşmıcam ya, hala neden aptal gibi uyumadığımı bilmiyorum.Acele edeyim çünkü gitgide herşey, heryer aydınlanıyo ve herşey dahada netleşiyor,o kuş ne çirkin birşey yada cüzdanımın rengi güneş vurduğunda ne sinir bozucu.Gözlerimi kapatıp kendi karanlığımı yaratmalıyım,iyiki uyurken duymuyor insanoğlu, yoksa bu karga sesli kuş uyutmazdı beni.Birde sigara içebilsem uykuda ne güzel olacak………