Pazartesi, Şubat 15

"Aşk, ortalık yerde teşhir edilmeye başladığı anda yok olmaya yüz tutar" mış.


Devamında örnek alınacak birşey ekleneceği zaman hani hep "eski zamanlarda" diye başlanır ya konuşmalara;işte eskiden ; tabi o zamanlar, 'aşka âşık olmak' daha bir insan dini olmamıştı.Aşkın duygusal yaşanışları pornografik bir imgeye henüz uğramamış,maneviyatından kimyasına henüz geçilmemişti. Aşk bireysel bir varlık olarak yaşarken toplumsal varlık olmamıştı.Peki ya,o zamanları özlüyor muyum? Hayır,bilmiyorum ki!Keşke o zamanlara ait olsaydım diyormuyum?Haliyley,somutlaşmamış aşk istenmez mi?

Neyse,dün Taksim,Beşiktaş,Ortaköy gibi günün anlamına hitap ediyor diye gezilen yerlerde dolanırken Aşk'a ihtiyacım yok dedim. Yani neredeyse yoktu. Çünkü benim siyasetede ihtiyacım yoktu. Çünkü parayla satın almayacaktım ki sevgiyi,pazarlada aramıyordum ki. Ve biliyordum ki siyaset benim için yapılacaktı. Bazen beni,ötemi elde etmek için. Bazen de, beni devirmek, yok etmek için.
Çünkü ben, niyetim olmadan kısmetli,günahım olmadan lanetliydim. Adımımı attığım her yerde, hiç bedenleşmeden tapılan"buda" bendim.Bu düşüncelerle,işte bugün bende güldüm kendime. Affet beni Ötem.
Bak senden kurtulmak için ben de artık görünür oldum. Kendi lanetimi kendi ellerimle kurdum.
Hannah Arendt'in dediği gibi aslında diğer yarım;"Aşk, ortalık yerde teşhir edilmeye başladığı anda yok olmaya yüz tutar"mış...

Çarşamba, Ocak 27

Yumuşacık bir madde...

Bir gün kar yağacaktı.Kürkle kaplanmış beynimi meşgul eden herşeyin üzerini narin ama sertleşip o beyni dağıtmak için tuzaklar kuran bir örtü örtecekti.Zaten narin duran her şey aynı etkiyi yapmıştı şimdiye kadar.Ondan, birşeyleri sevip onlara bağlanmamak en önemli insan özelliklerinden biri olmalıydı bana göre.Güvenmeyeceksin, ki incinmeyesin.Kara da güvenmiştim.Her şey belirgindi etrafta, çatılar, evler, insanlar, yollar, ayak izleri bile.Hatta insanların duygularını bile görebiliyordum , sanki onları koklayıp onlara dokunabiliyordum.Nasıl bir duyguysa insanların ruhlarını hissedebiliyordum.Biri korktuysa bu yoldan giderken, ardında korkudan uzun bir leke bırakıyordu.İster istemez takip edip onun ruhunu buluyordum.Teselli etmek için karşı konulamaz bir arzu duyuyordum ama bunu yaparken kendi duygularımadan ne kadar da uzaklaştığımı farkettim,işte yine ötekime uzak kalıyordum.Aynı şeyi kendime yapmak istediğim zaman yaralanıyordum.Başkalarının duyguları ise bana göre somuttu.Aşkları yumuşacıktı mesela, ama kendine göre bir savunma mekanizması olan.Küçük bir parça kopardığın zaman içinden bişeyler boşalacakmış ve yok olacakmış gibi, ondandı dayanıklı kabuğu.Korkuları garipti,kara delik gibi birşeydi hatta.yani...tanımsızdı benim için.Ama çözümlüydü.Savaşmalarını söyleyebiliyordum hatta, ama kendim savaşmayı bilmiyordum.Üzüntüleri ise çok bulaşıcıydı,dokundukça elime yüzüme bulaştırıyodum, ama onu çözen materyal çok belliydi.Sevgiyle dokununca...kar herşeyi silebiliyordu gözümde.Yumuşak geçişleri olan bembeyaz biçimi,soğuk hissi, kristallerin ezilirken çıkardığı ses ve oynayan çocuklar, basit bir yaşam ortamı meydana getiriyor, beni rahatlatıyordu.Ama yine de hissediyordum.Herşey beynimde dönüyodu sanki.Yaşlı insanların hüznü, çocuk olmanın burukluğu, ders çalışan bi gencin sıkıntısı, işsiz birinin çaresizliği,sesi asla duyulmayan ötekilerin...Bütün duyguları bir çukura atıp üstlerini toprakla kapamak istedim.Böylece üstünü kar örterdi; böylece basit ve sade olurdu onlar da artık.Ama duyguların itirazı vardı buna.Demiştim ya, bir tek kendimi hissetmiyordum.Hissetme adına bütün kan hücrelerim tertemiz karı öpmek için dudağımın ön kısmında birikmişti.Yalnız olmadığımı farkettim o an.Bir insan gibi duruyodum, ama ben milyonlarca canlıdan oluşan ve yalnız kalması imkansız bir yaratıktım.Fazlalıkları atmak istedim bir an, kıyamadım.O ağaç gibi orda durup karla kaplanmak istedim.En azından benim de narin görünüşlü, sağlam bi zırhım olurdu bir süreliğine de olsa.Ta ki biri önümden geçene,biri de benim duygularımı koklayana ,ötemi anlayana kadar...

Yinede çocukların kayarken dudaklarındaki gülümsemesi ve sevgilinin o yumuşacık yanağı gibidir kar.Dokunduğunuzda içiniz üşürken yaklaştıkça içinizi eritendir. Ve en çok teni tarif ederken kullandığınız sihirli kelimedir, kar beyazdır,beyaz en güzel karı tanımlar.

"O. çocukları"


Konuşmamak için elleriyle başını sıkıştıran delilerle aynı tımarhanede zihnimi tımar ettim ben. Yine de temizleyemedim pisliği.Leş gibi kaldı zihnim,leş gibi kaldı beynim.Temizlemeyi çok istemiştim. konuşarak üzerindeki görünmez elbiseleri çıkaran acemiler gibi ben de düşünerek üzerimdeki soyut elbiseleri çıkarmak istemiştim.


Olmadı.


Sustum sonra.


Yine olmadı.


Sustuklarım bana susmuyorlardı. sustuklarım bana susamıyorlardı.


Bu kez son ses bağırdım gökyüzüne;


"o... çocukları"

Cuma, Ocak 22

Eh işte...



Çelişkilerim, kalmakla gitmek arasında sıkışmıştı önceleri; sonra dönmekle dönmemek arasına sıyırdı kendini...Dönsem ölürüm; ölsem dönmem kararımdan demeler başlar içitten içe. Sonra otururum bir ince çizginin üstünde artı-eksilerimle saçmalarım içimden.Artılar fazla olursa hangisini çıkarsam derim, eksiler fazla çıksa neyi unuttum diye başa dönerim.Sanki içimde bir iblis, almış beni gitmiş, bir kutuya hapsetmiş, "hadi bakalım" demiş, bir karanlık bir de mum vermiş... Aydınlıkta mıyım karanlıkta mı bilmiyorum.İyi misin diye sorarlarsa "eh işte" derim.Neyin var derlerse "bilmem" derim. Ben bir ölüyümdür, ölüm güçsüzlüktür ama güçlüyüm...

Pazartesi, Ocak 11

Ya ikiside aynı beden de ise?


“İnsanlar ikiye ayrılırlarmış:Başkaları için yaşayanlar, başkaları sayesinde yaşayanlar.Sorun olanlar, çözüm olanlar…Ümit kıranlar, ümit verenler…Dert üretenler, deva üretenler…Şikayet edenler, çare bulanlar…Aynı havayı soluyan, aynı sıkıntıyı yaşayan, aynı sevince ortak olan iki insandan biri dert küpü olur çıkar, diğeri ......deva küpü.Biri şikayet üretir, öbürü çare.Biri yük olur, öbürü yük taşır...."

Ya ikisi de tek bedende ve iki ruh ise?