Cumartesi, Ekim 4

Yol...

Bir yol var geleceğimde. Uzun,kalkık,asfalt,kenarla

Ardında koca koca ağaçlar ve sık çalılar.
Kimseler yok ne arkamda ne önümde.Önce ayakkabılarımı çıkarıyor,oynaya oynaya yürümeye başlıyorum
Yol altımda kıvrak,yol kaygan. Ben aslan,ben kükrek.
ayaklarımın önünde yeşil plastik bir top, şarkı söylüyorum hayatla ilgili.Kafam dik, omuz sallıyorum,sıçrıyorum.
Neşe her yanım,aklım hava.
Asfalt buhar oluyor. Ayaklarım yanıyor,toprağa iniyorum. Ayaklarımın altı çimen yeşili.
Sık çalılarda serçeler, renkli kır kuşları..
Kuşlar uçuyor ben kuşları takip ediyorum. Kanatlarım yok elbet ama koşuyorum daimi.
Kuşlar mısır tarlasına gelmişim. Mısırların gövdeleri halka halka yerleşmiş toprağa.
Çömeliyorum halkalardan birine.,uyuyorum. püskül gölgesinde.
Rüyamda elimden tutanlar, şarkı söyleyen ışıklar, yumuşak bakışlı su damlaları.
Uyanıyorum. hala gündüz. mısır yiyorum;ham,sütlü.
Yaşıyorum,tek başıma, mutluyum.

Cuma, Ekim 3

Yarın...

Ve med-cezir yaşıyorum şu kum taneleriyle geçen hayatımda. Ne oradayım ne burada, orayı buradan ayıran ince çizgi arasında…
Dün hüzün bugün gerçek yarın ise umut olma niteliğini hiç yitirmedi. İşte bu yazının tam şu cümlesini yazmadan dönüp başa okurken kelamın hayatımda gelip yerleşik olacağını kabullendiğimde yazdığım ve zamana itham ettiğim kelam aklıma esti.
‘Aşağılanmış Geçmişime, Sıkıntılı Bugünüme, Belirsiz Yarınıma…’
Geçmiş olduğu gibi kalacak, bugün olduğu gibi akacak, yarın istediğim gibi olacak...

Cumartesi, Eylül 20

Öteki günler...

Bir günün görünürdeki yüzeyselliği,kendine has derinliği ve bölünmüşlüğündeki anlaşılmaz karmaşasında başlangıcından bitimine kadar koruduğu belirsizliği.ama yinede bitmek bilmeyen anlaşılmaz deviniminin içinde başlayışlar ve bitişlere seyri.ve sonra ertesi gün tekrar doğduğunda aynı döngüsel devinim yanılsamayla öncekilerden tamamen farklı yaşamlara gebe olur.fakat yinede aynı noktalarda son bulur o.günler işte bu yüzden aynı yanılsamanın arkasında bir sürü farklı noktayı da saklı tutarlar ve iste günün birinde ,günlerden bir gün,içindeki o inanılmaz gücü bırakı verir ötekime...

Cuma, Eylül 5

Kendime ait bir sözüm olanadek...

Değerler tanımlanabilir mi?
Bir kayalıktayım,arkamda denizin şeffaf sınırsızlığı,önümde karaya vuran insan manzaraları..göz hapsine alınmış iki yabancı..tanımlamalar insanlarda..değerleri var,birbirlerine dair..yaşanmışlıklara göre biçimlenen çizilen resimleri var ve sonuç..dışavurum yaşıyorlar..değerler dışavurumlarla eş,dışavurumların vücut bulduğu kelimelerse tedirgin..anlamını bulacağı ya da yitireceği bir diğer insanoğluna sunulmak var işin ucunda..bu noktada,gösterişli tabiat dediğim bu insan manzarasına bir karşı çıkışla,değerlerimi ve onların vücut bulduğu kelimeleri bu tabiata bir daha asla bulaştırmama sözüyle yüzümü o sonsuz sınıra döndüm..değerlerim yorgundu,hayatı ve insanları anlamakta güçlük çekiyordu,kimselere vermemeyim istiyorlardı...

Oysa mantığım varmakla meşguldu hep.Yada varmak adınaydı bütün yaşanılmışlıklarım.

Kaçmaksa, hem gitmek hemde varmakla var olamazdı...Olmamalıydı.Bun

a inanmıştım,inanmalıydım demiyor...Bana dairimde,geleceğimde gülümsediğim halimleydi...

Salı, Eylül 2

Çölü Anlamak Lazım!

Bir günü, bir hayali, çoğunlukla geleceği, gelecekteki varlığı, bugünkü yoksunluğu
beklerken erteler geleceği, gelecekten çıkıp geleni. En fena çelişki bu erteleyiş.En zoru da beklemek bu gel-git arasında. Fazlada değil hani bir cümle yetiyor bir yürek dolusu hayale can vermeye. Çoğunlukla bekleyenin beklediği zamansız gelir. Çünkü öğrenememiştir zaman geçmiş ve gelecekteki getirilerini. Çölü anlamak lazımdır böyle anlarda bir kara bulutun vücudunu sulamaması beklentisini. Yada ayçiçeğinin güneşe aşkla bakışını, Aşkından kararacağını bile her defasında yüzünü ona çevirmesini.
Bekleyiş ve ertelenişleri ay çiceğine benzemiştir genelde. Kupkuru olup çıtlanmıştır sonunda.

Pazartesi, Eylül 1

...Ramazan...

Ve ramazan...her gelişinde kendine has havası ve insanı varlığın tekdüze boyutu dışındakı ötelere has heyecanı ile saran kutsal zaman dilimi... olur ki dinleyenler duyanlar duydukça zenginleşir, gözlerini semaya diktikçe halka halka rahmet indiği hissiyle içine umut yağmurları yağar, çok uzaklarda bıraktığımız, gözü dönmüş hırs küpü dünyanın çarkları içinde erimiş; bize ait belki görmediğimiz fakat içimizin derinlerinde sessiz ve derin bir nehir gibi akan birşeylerin yeşerdiğini, yeniden bizi kendine çağırdığını duyulurmuş..

ve düşünenler geçmişin kolayca silinmediğini görürler, ramazan kültürünün ise bizi geçmişe bağlayan bağların sadece bir tanesi olduğunu hissederiz; kendini bıraktıkça insanı geçmişe götüren bir köprü gibi, aslında çok farklı olmadığımız gibi, aslında "bir" olduğumuz gibi... bugun var olup yarın olmayacağımız gibi...

Her ne kadar aram bu çağrışımları yapanla birgün iyi birgün kötü olsada...

"August Rush"

Hayatın her halini yoğunluğuyla yaşadığımız yada bize yaşattıran anlar vardır...Gözünüzün hiçbirşey görmediği bir bulanmışlıkla korkusuzluğun yada direncin son noktasındasındır.umut gözlerimizdeki o kankırmızı gözlere doğmak üzeredir...
August Rush;herşey ruhta,kimliksiz tanımsız olan herşey çözülmüş ve iyi kötü herşeyi ayıklamış...Ötekimi, gözümde film şeridi haline getirdim bir an'da..Anlık belki evet, ama bana deli bir arınma hissi verdi.çıkmazların sonu ve yokların yerini sonsuzluk almıştır..gerçek dünyada böyle anlar çok kıymetlidir biliriz,ve ötem izlediğim bir filmde yada okuduklarımda varolan biri işte..bana bu ironiyi yaşattıkları için;her gülüş içinde kankırmızısını barındırmalı,herşey tam kötü yada tam iyi olursa(kişi durum yada olaylar)tutar bir yanı olmaz halimizin,iyiye çok sevinmemek kötüyede tam yıkılmamak için iksini birbirinde ve diri tutmak gerekirmiş...

Çarşamba, Ağustos 27

Güzelce Kayboluyorum!


kaybolmak her ne kadar tanışılmamış şeylerle karşılaşmak, şaşırmak, farkında olamamaktan dolayı gerçekleşen bir eylemmiş gibi görsemde,aslında bazen bunun tam terside olabiliyor. çoğu durumda kaybolan bir insan bir şeylerin farkında olduğu için kaybolur, bazı şeyleri görebildiği sezebildiği için kaybolur. cahil mutludur, ama düşünen insanda kaybolmaktan haz alır. hayatın ne kadar karışık olduğunu bilen halimizle ve dünya o kadar kötü bir yerdir diyebilecekken, gerçekten gören bizlerin kaybolması kadar doğal bir şey yoktur sonucuna ulaşıyorum. hayat, önümüzde hiç bir zaman görünen mükemmel tasarlanmış koridor olmamıştı elbet.

Ki şuan eskiye göre maddesel olan tasarım çokca mükemmele yakın,ama bu kayboluş; yalnız olduğum ya da bana yol gösterecek kimse olmadığı için değil, belki de yalnız olmadığım ve yolu çok iyi bildiği içindir düşüncesi.

hayatın anlamının ne olduğunu çözen bir arkadaşım vardı. hayattaki her şey şaşırmaktı ona göre. her şey bittiği zaman elimizde kalan her şey, hayatımız boyunca şaşırdığımız her şeydi ve sadece şaşırdığımız anlar hatırlanmaya değer anlardı demişti bana. başına ne geleceğini bilen bir insan için kaybolmak, bilmediği yerlere gitmek ve şaşırarak hayatına anlam kazandırmak ihtiyacından doğar belki de.

ruhuma gerçekten erişip ona dokunabilecek olan, daha önemlisi bunu yapan birini-lerini bulamak,ve güzelce kaybolmak,ne anladığımı
bilmeden,tebessümle...

Pazartesi, Ağustos 25

Buaralar...

Ötekim,hayatımın her karesinde kendimi görür oldu buara,ben merkezciliğin yada bir başınalığın çok dışında birşey bu..varoluşum beni güvende tutuyor sanırım,saklamak istiyor belkide herşeyden..okul ve okulla beraber yeni sorumluluklar beni bekliyor..uğraşlarımı seviyorum,ve onlara geri döneceğim için mutluyum..gökyüzü haritama gelince..

pusulası sonsuzluğu işaret ettiğinden bu yana,bu Dünyaya bırak birazda anlatacakarını diye tutturdu..yol hikayelerim var oysaki,sonsuzluğu bulduğum denizlere varma çabam,yanımda büyümüşlüğüm,gördüğüm her haliyle..ama yetmiyor ona..cebimden çıktığına memnun,benide alıp gökyüzünden insanları seyre dalmaya ikna etmeye uğraşıyor her halimi..

Pazar, Ağustos 24

"Kül mü Heykel mi?"

"Gezmeli insan bazen geçmişini, bir müzeyi gezer gibi gezmeli, heykellerini ziyaret etmeli, saymalı onları, ne kadar yaşadığını o heykellerden anlamalı.

Ve sormalı...

Geleceğimde kaç heykel var?

Yaşayacaklarımın ne kadarı küle, ne kadarı heykele dönüşecek?

Ne istiyorum diye de sormalı.

Kül mü, heykel mi?"

Cumartesi, Ağustos 23

İstiyorum ki!

İstiyorumki simitçi geceden kalma gözlerimi karşılamasın,istiyorumki ufukta dağıtmaya hazır bir gemi görünsün,yine böyle sabah..iskelede bir med-cezir hali başlamadan..beni sarsmadan kendime getirsin..ama olmuyor,istemekten öteye gitmiyor yine..çünkü bir kere demişsindir;kimsenin kahramanım olmaya gücü yetmez diye..hayatıma varoluşu yanında kimse yokken katmışımdır ta bugüne kadar ellerimle büyütüp getirmiştim..kimselere vermek istemezsin onu..
paylaşmaksa..kendimi sarpa sarmışlığımla meşgulken varoluşumu paylaşıma değer görmem söz konusu bile olamıyor işte.o bir kenarda duruyor ben karamsarlıklar hevesinde, gününü gün edene kadar bekliyor..

Cuma, Ağustos 22

Tekrarlanan Öteki...

Benliğime ulaşmanın seyrindeyim buaralar ,neler görüyor bende onun da farkındayım,ve biliyorda aslında çıkmazların, kaosların beni korkutmadığını.çünkü yine biliyorki durduğum cesurluğa yakın bir yer..sadece bana daha nekadar şaşıracak,kızacak,üzülecek

onu bilemiyor.bir de zamanı hatırlatıyor bana..

Zaman, içte öldürlülmüş mevsimlere yahut vazgeçemediğimiz yaşamlarla geçen hayatlara hep şahit olmuş..buna sebep olanda o gidişlerin sonsuzluk adı altında bir cazibe,bir çıkmaz olmasındanmış,iskeledeki med-cezirlerden nasibini almış gitmeler,sonsuzluk adı altında insanları sarpa sarmış.hep birbirlerinin hayatında kalmışlar,ve,aslında hep,yalnız bırakılmışlar..

zaman işte böyle,geçerken acıttığını anımsatıyor..ama asıl acıtan o değil..varoluşunu yüreğinde tutman gerekirken onu birine unutması için sunman..

Perşembe, Ağustos 21

gerçekliğe yakınlığım...

Şuan zaman uykuyu göstermeliydi.Rüya görmeliydim mesela.ben işte, yine yolda yürüyorum,aklımda yaşamın ta kendisi oluşum(dolayısıyla yük bir yürümek..değil bu)gökyüzü haritam cebimde,yerlerde kurular var,hava durgun.ne rüyamı
ne ötemi,ne beni, ne onları boğmuyor gece.gayet olması gereken haliyle..

ama,sabah..
rüyadan bahsedince uyandığımı sandım bian.güzeldi.yinede şuan bir akıllı benmişim gibi hissediyorum.bu vakitleri yalnızlığından kurtardığımı düşünerek,dolayısıyla uyanıklığımın işe yaradığını düşünerek yol alıyorum aynı yollarda...İzler yoktu elbet.Bir his vardı,ne zaman var olduğumu anlamadığım bir his...

Çarşamba, Ağustos 20

...Masmavi-Kapkara...

Taksim,haftanın 6 günü 7 saat kalmak zorunda olduğum yer.Ki, gecesi bile yok.Onca ışık güneş misali aydınlatıryor her sokağı.Görünmeyen karanlığına lafımsa hiç yok...
Taranmış,traş olmuş,giyinmiştim...Bugun farklıydı çünkü,nedeni yoktu,sadece isteyince oluru zorluyordum...Erken bir iş başı sonrasıda erken bir ara...hakiki ışıkla aydın sokaklarda evime dönüş,günün yarısı...

Bir çift göz,masmavi, insanların akın akın ettiği yere yakışan canlılığıyla.Sözde bilgeliğin etiket takıldığı bir yerin(kitap,CD;evi) tam önü.Öylece uzanmış.Hani sürekli gördüğümüz afrika resimleri vardır;açlıktan bir deri bir kemik misali.Farksızdı tonu,farksızdı çaresizliği.Bir resim karesi değildi,yada izlediğim bir belgesel yada kupkuru bahçede çaresiz çiftiçi.Öylece uzanmış...Kafasını kaldıramıyor,kusmuştu güçü yettiği mesafeye,arada yere vuruyordu elini gücü yettiği kadar,belli ki can çekiyordu.Arada etrafa bakıyordu gücü yettiği kadar,ama sadece gözleri oynuyordu.Converse ayakkabılar,lives kotlar karşılıyordu.Markalarda selam veriyordu kazanmış edasıyla...
Ellerinde nikon makineleriyle kareleyenlerde vardı bu anı...Birşey olmalı,birşey yapılabilmeliydi.Canım acıyordu sade,tityordum,cıvıllığını kaybetmemiş meydana bağırabilmeliydi.Birşey olmalıydı,bişey yapabilmeliydi bisküvi ve bozuk paradan öte...Bu gözler farklıydı çünkü,mavinin içindeki o derinlemesine siyah yoğunluğu farklıydı...Tamam,belki bir çok hata yapmıştır,belkide saflığıydı bu hale getiren.Ki bu aşamada önemli mi ki?Bişey yapmalıydı...Kime,ne söylemeliydi;elinde koca çantaları olana, hadi bir yerinde tutalım, yada biraz yukarısındaki lacoste'dan çıkan, hastane parası= tişört mantığını algılayamayanın gömleğinden mi çekmeliydi...Birşey yapabilmeliydi masmavi gözlere...Olmadı işte,onlardan farksız halimle olmadı...Akbaba misali duruşumuzla olmazdı zaten...


Şimdi biri çıkıpta" hiç mi açlıktan ölen insan duymadın veyahut izlemedin" diye bilir,yada bırak bu duyarlılık fasofisosunu(giydiğine bak yada markalarla olan arkadaşlığına)
Sizde haklısınız...

Salı, Ağustos 19

Beklemek,hep o dönemeçi beklemek...


Gunlerim renk degistirmeye baslamalıydı. Bir yazdır bekledigi gun gelmisti ve otemle-berim arasindaki karari vermem gerekiyordu. ya otemi secip ruhsal yasantima devam edecektim; ya da berimi secip bedenen yasayacaktim kalan gunlerimi. kalin parmaklarimi saclarimin arasinda gezdirdim, top sakallarimi sivazladim ve kedime bir opucuk kondurdum. fotoğraflardan hayat sevgisi kaptim bir an için, kararimi verirken de daha sonra kendimin de fark edecegi uzere gelecekte de aynı gülümsemeyle var olacaktım.

yillardir icimi kasip kavuran bu ayrımın tek kurtulus yolunun bir sekilde bulmuştum. bulamamamın sebeplerinden baslicalari korkakligim ve hayatimda olan onca gereksiz insanla yaşamı sevmememmiydi bilinmez.

Bugun hersey hazirdi. dislerimi fircaladim, saclarimi günler sonra anlamsiz bir sekilde taradim. sanki yeni bir yasama gidiyormuscasina huzur ve umut doluydum, gerek dis gorunus, gerekse zihinsel olarak. mutfaga gittim, cami kapattim ve ardindan tüpü actim. yemek masasindaki koltuguma oturdum, rahat bakislarla tupu suzmeye basladim. kisa bir sure etrafa bakindim, karsimdaki gazete kağıdında küçük bir çocuk tebessümle göz kirpiyordu bana,yada oyle gelmisti. kararimi vermiştim.

dolaptan iki yumurta, yağ çıkartıp, pişirip,kahvaltı yaptım!

Pazartesi, Ağustos 18

Ey yaşam,hep istediğin gibiyim;sessiz,sedasız...


Öyle sessiz ki bu yanım,dokunmak istiyor farklı tenlere;bir kaç cümle yazmak ...Tanıtmak istiyor ruhunu;kim,nerden ve nasıl biri olduğu önemli değil yada ağlamak-kahkahalara boğulmaktan ileri bir istekse, hiç değil.
Ama Susmak onun için en buyuk erdem,hiç istemesede susmak...Susmak;edebiyle, ebediyen susmak...Kapatılmak;gecesiyle-gündüzüyle hep aynı renkte olmak...
Çünkü,biçilmiş davranışlardır ona layık olan...

Pazar, Ağustos 17

Bugün

bilmediğim dediğim herşeyde farkında olmadan gördüm yaşadım bunu,bundan dolayı bu sabahın bilinmezliğinde,ötekimi ve paylaşımımın bilinmezliği var.bunlar şuan bana ait, belki ama evet öyle,öyleyim..
..demek istediğim gülümsetmeye çok müsait olmayan ilerleyişime isteğim,benim de herkes gibi uyanıp "bugün" diye başlamam güne..ve tamam,"hergün yarın" yada "hergün aynı" demek benim elimde olsa gerek..

Cumartesi, Ağustos 16

Anlık Şeyler


Çocukluğum... Mavi önlüğüm, boyumu aşan bisikletim, üzerine çiğ düşmüş okul günlerim... çağırsam gelir misiniz? Şimdi... çağırsam gelir misiniz?

Konuşma adına...

Hayatta karsilasilabilecek en kotu ve bazen de bununla beraber en harika durum..konusmak isteyip de kendi aklınıza, cumle kurması icin mantıgınıza, kelime dagarciginiza, algılarınıza hukmedememek.sonra sustugunuzu dusunmek.daha bir susmak...sizden bagimsiz ve bazen size bile anlamsız gelen postmodern resimler gibi gorunen hisler.. bazen de konusmamak belkide..belkide telefonda-sadece orada,diger ucunda- oldugunu hissetmekle yetinmek.. bir yandan da bocalamak.. bazen de soylemek istediklerini soyleyememek ve aklın bunda takılıp kalması yuzunden baska birsey uretememek.ama sonucta, her halukarda; susmak. konusamadigini istemsiz olarak farkedip mutlu olmak, cunku aslinda heyecandan konusamamak,mutluluktan konusamamak...

Cuma, Ağustos 15

Solgun kalıyorsa başlangıçlar eksik kalsın bütün yazılar....

Kendimi umarsız ve terkedilmiş bir göğün yorgun bulutları gibi hissettiğim zamanlarda, hayat diye sunulan koşuşturmacadan alamadığım hazzın, duyumsayamadığım sevincin, hissedemediğim mutluluğun sebeplerini çok düşünmüştüm.. Bundan 14-15 yıl kadar önceydi sanırım, anlamsız suçlamalardan utanırdım... utanmam en çokta sınıfta bu haksılığa uğrama sonucu arkadaşlarımın gözünde küçülmemdi sanırsam.. yada ben küçüldüğümü hissederdim... hissettirirlerdi...

Bu ve benzeri yönelimlerden olsa gerek içimde çok büyük yıkıntılar biriktirdim... bu yıkıntılar kendimden başka kimseye zarar vermedi... içimde biriktirdiğim yıkıntılar, bir süre sonra tüm benliğimi yıktı... kendi enkazım altında kaldım.. enkaz altında üşüdüm, üşüdükçe ancak kendime sarılabildim... sarıldıkça daha çok üşüdüm... çok uğraştım gün yüzüne çıkmak için, çok bocaladım... ancak deniz dalgası misali dönüp dönüp kendimi vurdum... sonraları bir şekilde kurtuldum o enkazdan... yada kurtulduğumu sandım, sadece gelmesi olası atakları bir başka sürece ertelediğimi çok sonra farkettim... Serçeler bile unutmuşken ufaladığım tüm yıkıntılarımı, işte böyle beyaz renkte, yumru yumru, ortalama 250 gr civarında gelen şey yani beyin... meğersem bilinçaltı denen yere zulalamış tüm bunları... oysaki bilinçaltına zulalamasının manası yoktu, ben zaten aktif olarak kullanıyordum onları... yaşadığım-ız şey hiçte azımsanmayacak derecede bir travmaydı bizim için... öyle her babayiğidin başedebileceği cinsten değil ama...

Sonra ne vesile oldu bilmem, hiçte anlamlandıramadım zaten, şahin tanıklığı gözlerim, tarihsel sorgulamasını yaptı... meğersem sahnede oynanan ve bize sunulan sadece şaşırtmacalardan ibaret sahte aşklarla süslenmiş ilkokul hatırasından ibaretmiş... önüne gelen her düşe sırnaşan bir yelkenlinin tutarsızlığıymış...

Oysaki biz en masumduk... oysaki biz suçsuzduk... oysaki biz her bezirgan başında açılmayan kapılarda yakalanan haylaz çocuklardık... sadece bir şeylerin eksikliğinin tetiklediği asilikle bezenmiştik o kadar... sözüm ona sosyal hizmet uzmanlarımız çay höpürdetip, maç sohbetlerinden başını kaldırsalar bunu kaçınılmaz görecektiler ve dolayısıyla terbirlerini alacaktılar...

Bu parça parça yalnızlıktan, ayak altı sevdalardan, Kopuk gitar tellerinden, sessizlikten ve bakışsızlıktan kurtulmanın sevinciyle, Güneş gibi, su gibi özgür yanımla ve herkese, herşeye inat gün be gün çoğalan umudumula, içimdeki barış notasıyla, hayata duyduğum tarifsiz sevincimle burdayım işte... hayatın tam ortasındayım.. Artık geride onca yaşanılmışlığın ardından kendi evimdeyim,odamda...Adresin

i çok iyi bilen ve hesabını sormaya giden bir seyyah misali...Çok güçlü,çok huzurlu...

Perşembe, Ağustos 14

Bir İstanbul daha...

Yanlızlık üzerine ne çok cümleler ,ne çok söylemlerim var....

Kimseyi istememem,sigaramın dumanını havayla ile paylaşmamam,açmamam penceremi...Akbilimin çıkardığı tek bip yanlızlığımının müziği ,bazen miyav diye bağıran yumarcak ,bazen yanlız uçan kuş,yada tıkabasa dolan İEET’de sadece kendi nefesimin sıcaklığı....

Önceleri sevmezdim,hala sevmiyorum,sevemiyorum.Nasıl sevilir ki; bendenimim bir parçası olan kulaklıkla aynı şarkıları defalarca dinlemek .nasıl sevilir ki;tek kaşık,tek sandalye,adressiz kelimeler....İnsancıklara sorsan; mesut’um?so cool,ukala vb. lakaplar.

Oysa çok yanlızım,herkese fazla gelen İstanbulda tek,kimsesiz...Sevgiye en fazla ihtiyacım olduğu zamanlarda hep can çekişen aşkları kurtarmaya çalıştığımdan mı olsa gerek?Oysa kendimce dünyanın en fakir,en korunaksız insanıyken.Oysa bedenim çok güçlü,çok zengin,kral ve cool iken....içimde dünyanın en büyük boşluğuyla.

Çok kolay inanıyordum söylemlere ,içimdeki o derin sızı, kimsesizlik, ama derin...Kimsede farkında değildi bu benin,kurtarmaya çalıştığım sevgilerde,dileğimde mutluluklarda,arkadaş,dost,ahbaplarda...Belki hayatta tutan budur beni,belkide büyük yapan,abi,baba,bla blab bla.Dinleyelim,anlatmak benim için sıradışı.Dinlemek,dilemek....

Çarşamba, Ağustos 13

Hadi savaşalım...

Hadi savaşalım,sormadan sorgulamadan,bunu hep yapmıyormuyuz...
Amerika maşası olup ıraktan can alalım.Gürcü olup arkamızdaki padişahı koruyalım...Bu kez savaşa hayır demiyorum.Bu kez kimseye acımıyorum.Bu kez güçlünün yanında(Rusya) nefes alıyorum...Kör zihniyete verecek duygumda yok artık...
eee ne duruyoruz aydınlık için hadi savaşalım...

Pazar, Ağustos 10

Kader

Çok öncelere ait olan ve anlamını bilmediğim onlarca kelimeden birisiydi benim için kader. kendi küçük dünyamda anlamakta güçlük çektiğim olaylarda önüme konulu vermişti bir çözüm, bir kaçış kapısı gibi. birisine bir şey olduğunda, ya da kötü bir olay karşısında her zaman oradaydı,daimiydi...

İlk kaderle buluşmamı ise, her zamanki gibi üzüntülü bir anımda olmuştu. annemin vefaatine gelen onca insan arasında parlayan gözleriyle dolaşıyordu. bir o yana bir bu yana geziniyordu insanlar onu çağırdıkça.

etrafta bir süre anlamsızca dolaşıp, sonunda yaklaştı yanıma. sanki çok eski bir dostunu görmüş gibi sarıldı , tesellim oldum kader’in karşısında.Yapabilecek hiç birşeyim de yoktu...

Tamamda bu kader denilen şey neydi? ihtiyacım olduğunda sarılabileceğim bir dost mu yoksa arkamdan kötü planlar yapan bir düşmanım mı? birkaç saat öncesinde kader’i tanımayan ben bir anda nasıl oldu sıkıca sarılabildim kader'e? Yoksa kader denilen şey güçsüz anlarında insanları yakalayıp kendine muhtaç mı ediyordu?

o günden sonra uzun bir süre kaderle işim olmayacaktı diye düşünüyordum.Evet,o an iyice sarmalaşmıştım,bırakmayacak gibiydi.mutlu günlerimde pek karşıma çıkmıyordu bu sözde “dost”. gerçi, gerçek dost kara gün dostudur derler ya, o konuya hiç girmeyeceğim.

Ve ilkokul 3.sınftım artık,biraz daha hayat denilen şeyden anlar gibiydim.Ve kader yine karşılaşılamıştı beni.Yuvada kocaman açtığı kolllarıyla merhaba diyordu.Selamlayıp yine sıkıca sardım,yine yapacak birşeyim yoktu.

Duydum ki, kader çok bilge birisiymiş. olacak her şeyi bilirmiş ve ona kimse karışamazmış. o ne derse öyle olurmuş. öyle birisiymiş ki, gün geldiğinde benim yerime karar verecekmiş. öyleyse, kader sadece dostum veya düşmanım olacak birisi değil, nerdeyse efendim olacak, benim yerime karar verecek.

oldum olası benim yerime karar verilmesini sevmemişimdir. ne zaman “şunu yapacaksın” dense, yapacağım varsa bile isteğim kaçar. oysa kader hakkında düşündüğümde herşeyimi bilip, zamanı geldiğinde en acı kararı bile verebilen birisini görüyorum. peki acaba bu kişi gerçekten benim yerime karar verebiliyor mu?

bugün olduğum nokta geçmişte verdiğim büyük-küçük,doğru-yanlış, zekice-aptalca yüzlerce kararın birleşimiyse, ve o kararları ben vermişsem ,nasıl kader’in benim yerime karar verebildiğini düşünebilirim?

her başıma gelen olayın geçmişte verdiğim kararların bir sonucu olduğunu düşünsem, ve kader’in kafamda yarattığım hayali bir kahraman olduğuna inansam bile, ne zaman ki kaybettiklerim aklıma gelse, veya sevdiğimin neden dünyanın öbür ucunda oldu artık sorusunu sorsam, güçsüz düşüyorum ve işte o an yine çıkıveriyor karşıma parlayan gözleriyle, ve sesleniyor: “sarıl bana”

ben onu, ne bir dost, ne bir düşman ne de efendim olarak görüyorum. insan olmamdan kaynaklanan güçsüzlüklerimin yarattığı hayali bir kahraman, ve her hasta gibi, bir tarafım o kahramana inanmak istiyor. öbür tarafım, yani mantığım ise tüm gücüyle itiyor. uzun zamandır mantığımı dinliyorum, şuaralar hernekadar kaderin yavaşca selamlatışını görsemde umarım kadere karşı koyamayacak kadar güçsüz bir günüm daha olmaz...

Mutluluk...

Günün doğuşunu seyrederken hiç mutlu olan varmıdır ki?Yada uykusuz bir gecenin sonunda etrafın yavaş yavaş aydınlandığını gördüğünde gülümseyen?Aydınlığa duyulan bu özlemin nedeni ne ki?Yoksa özlem duyulan şey yalnız olmak mı? Pencereden yurdun bahçesine bakmak ne güzel birşey,bu rüzgarın yüzüme vurması nasıl rahatlatıcı.Şuanda benim gibi pencereden dışarıya bakan kaç kişi daha vardır ve kaçı benim kadar mutludur bu basit olayı yaşamaktan?Bu sabah bu yatakta oturup rüzgarı bedenimde hissettmekten,odaya giren temiz havayla sigaramdan çıkan dumanı yarıştırmaktan,kuşları pencereden giren gün ışığından görmekten dolayı çok mutluyum.Çünkü bugün bana doğdu benden başka kim gördü ki bugünün ilk ışığını,temiz havanın şu saatlerdeki oksijenini kimin akciğerleriyle paylaştım ki?Ben kimseyi görmüyorum şuanda,bu sabahı yalnız karşıladım ve havayı yalnız ben soludum, işte buyüzden bugünün doğuşu birkez daha tatlı .Şuan odamda biri daha uyanık olsaydı eminimki güneşin doğuşu dikkatimi çekmeyecekti,yada şuandaki kuş seslerini duymucaktım.Yalnızlıktan bu kadar korkarken ve bu kadar canım yanarken yalnız olduğum için mutluyum şuanda.Dengesizim işte!Çünkü insanım.Diğerlerinden farklı yada eksik değilim dengesiz olduğum için.Çünkü yine söylüyorum uykusuz geçen bi gecenin ardından, sabahın ilk saatlerinde dışarıya baktığında, o anda duyduğu tek ses olan kuş sesini duyduğunda gülümseyen çok az insan vardır.Herkes yalnızlıktan korkar ama severde yalnızlığı.Yalnızlık nasıl güvende hissettiryorsun bana kendimi, şuanda olası tek düşmanın yine kendimim ve sensin.Sadece kendi varlığım korkutuyor beni, çünkü biliyorum sen beni seversin,sen insan seversin.Başka hangi canlıda bu kadar çok duygu ve his yaratabilirsin ki, yada sana ne bu kadar anlam kazandırabilir ki?Birazdan güneş iyice gösterecek kendini ve benim mutluluğum gitgide azalacak.Pencereden giren güneş ışığı bedenimde hissedilmeye başladı bile, kuş sesleride kalabalıklaşmaya...Halbuki sabah 6'da güneş hiç kimseyi yakmaz,kuşlar da bu saatte susmaz.Benimse memnuniyetsizliğim gitgide artıyo.Çünkü biraz önce uyanan oda arkadaşımla paylaşıyorum sabahın bu güzel saatini,birazdan diğeride kalkacak , telefonla alarmları çalmaya başlayacak,sonra Çevtem personelinin temizlik sesleri,bir diğeri osurup oksijenime metan karıştıracak,biri kapıyı açıp koridorda uzanan kedileri uyandıracak,o kediler açlıklarından dolayı dışarı çıkıp kuşlara saldıracak,kuşlar başka yerlerde ötecek,tuvaletteki saçkurutma makinesinin sesi penceremde kuş sesini bastıracak.Sonuç olarakta benim yüzümdeki gülümseme solacak, bu mutluluktan uzaklaşacağım.Hani her şey paylaşıldığında güzeldi? Nah güzel!Yalnızlıkta gitti şimdi ve önümde 2 seçenek var ya yurttakilerle beraber günün bu ilk saatlerini paylaşıcam yada gözlerimi kapatıp popoyu devirip sabah güneşinden mahrum kalıcam.Ben uyucam çünkü orda sadece ben olucam ne sabahlar doğurup,ne kuşlar getirecem pencereme,gelen karga bile olsa sadece bana uğursuzluk getircek,kimseyle paylaşmıcam ya, hala neden aptal gibi uyumadığımı bilmiyorum.Acele edeyim çünkü gitgide herşey, heryer aydınlanıyo ve herşey dahada netleşiyor,o kuş ne çirkin birşey yada cüzdanımın rengi güneş vurduğunda ne sinir bozucu.Gözlerimi kapatıp kendi karanlığımı yaratmalıyım,iyiki uyurken duymuyor insanoğlu, yoksa bu karga sesli kuş uyutmazdı beni.Birde sigara içebilsem uykuda ne güzel olacak………

Cumartesi, Temmuz 19

nedensiz yaşamak!!!

Sabahın bilmem kaçında,nedensiz bir varoluşla alınan nedenli bir ilerleyiş...Oysa en güzeli pi'e almak diyorsun hep.Üstüne de pişkince gülümsemen...Bu toplumla,bu etikle,bu kültürel yapıyla çok mu kolay?Sadece gülümse,üstüne bir de bana dair olanla var oluşunu unut...

Ne diye başlamıştım; sabahın bilmem kaçında,bilmediğim ötekimle,
bilmediğim paylaşım...

Cumartesi, Temmuz 12

Kimsin...

Kimsin sen!!!Sanki içimdesin,sanki nefesim,sanki ruhumsun.Ama yalanlarım,kaçamak cevaplarım,anlamsız korkularımın saçmalıkları,yeni ruhlarıdaki renga renk olma çabası...Hep gerçeğim ,hep düşüncem ile eylem arasındaki yanlışımsın...

Kimsin sen!!!Bu denli hissediş,bu denli ruhumda ve bedenimde var olman,bu denli gerçek benle olman...

İlk defa biri,yada bişey çıktı bensiz bana dur dedi.İlk defa benim için doğru zamanı benden başka biri seçti.(Kimsin sen!!!Bilmiyorum)Yine ben ,ruhum bedenim.

evet,evet ötekisin sen...

Cumartesi, Haziran 21

Garip Yaratığım

Bu aralar garip bir yaratık oldum.Kimse anlam veremiyor yaptıklarıma.Gerginim,sinirli ve içimdeki çocuktan yoksun.Öyle depresip havalar değil.Hiç de beceremem, günün içinde değişen psikoljimin durgunluğu.Tek düze ve sevimsiz.Şikayetçi ve mutsuz...Ne oldu diyorum?Ne???Koca bir sessizlik,büyüyorum;artık uzaktan kumandalı araba yok yada istop ...Çocukluğum ,yaşayamadığımı düşündüğüm ,içinde kalan, dışarı çıktığında en çok mutlu olduğum, Mesutumu kaybediyorum.

Çok mutsuz ,çok isteksiz.Durağan bir yaşama akan zamanı değerlendirişime dur diyemiyorum.İstemeden gelişiyor herşey,çaresizim,yardım gerektiren bir durumda değil.Sadece bir çıkmazdayım.Oysa 3-4 gün eksik kaldı diğer yüzüm.Sanki yüzümün yarısıyla nefes alıyorum,yüzümün yarısıyla ağlıyor,yüzümüm yarısıyla otobüsten iniyorum.Yüzümüm yarısıyla yarıyorum kalabalıkları.Ve yüzümün yarısıyla ben...

Vücudumla bütün duvarları yıkmak isterdim,kamısdaki elmaslara vurgun bi bıçakçı gibi.Ama yüzüm yarısıyla duvarları göremiyorum.

Bütün gerçekleri yaşayan ve daha fazla acıdan koruyan yanımı arıyorum...Şimdiyse bütün sahtekarları güldüren,mutluluk oyunu yaptıran yalan bir kabüs oluyorum.

Dedim ya bir Garip yaratık oldum.Dilenci gibi yalvarıyorum yanıt vermiyor sözcükler.Sözcükler bana kazık attı,tek kelimeyle kazıklandım...Oysa ki bir sözcükle ağaçların yapraksız kaldığını,filmlerden daha çok ağlandığını gördüm.

Konunun kimseyle alakası yok.Gece yarısı,sarhoşluk etkisini hisseden bedenim,ruhumdaki oynayış.Kendime sesleniş....Böylece dilencilik yaptığım kelimelerden kurtuluyorum.Buarada birde Şebo dinliyorum...

Pazar, Haziran 1

Yasaktı,yasak!!!

Kimseler bilemez,kimseler duymaz,kimseler anlamazdı,anlamamalıydı...Sadece dalgınlığımda,darmadağan olduğumda farkına varılabilme anlarını yaşadığımda gerçekliğimdi...Aynanın karşısında itiraf bile edemiyorken, hak vermiyor da değildim anlaşılmamama...

Denedim,yırtmak istedim,ezip geçmek...Birçok savaşa girdim,yılmayacakcasına.Bir çok cephe açtım kendime, tek olanın değerini bilmeden.Yasaktı ...

İttifaklar kurdum,itilafları getiren.Yasaktı...

Bütün mantığımı,matemematiksel yaşaman tarzımla fiziksel kuramları redederek var olmak istedim.Yasaktı

Yıkılmamak adına devam ettim; ta ki askerlerimin dağıldığını göremeyip,kendimi kaybettiğimin farkına varamayana kadar...

Şimdi topladım gaziler,şehitlerimi ve paramparça olan beden mi.Topladım cephanemi,üniformamı. Önce kalan beni rehabilite,şehitlerimide defnedeceğim.Ağlamak,sızlanmak yok artık.Yasaktı...

Evindeyim,tanıyorum burayı,bu kokuyu,bu renkleri.Tanıyorum ruhumdaki dinginliği...

Bir daha ne olduğunu anlamadığım savaş mı!!!Amaçları,mantığı,neyi riske aldığımı ve kim olduğumu düşündüğümde yasak bana.Bu kez yasaklayan sadece çevrem ve tabularım değil,bu kez benimle varım...!!!

Evimi özlemişim,özlemimi hatırlatan yasağımada ...

Perşembe, Mayıs 29

Büyümek(Kirlenmek-memek)

Bazen büyümenin ne derece kötü olduğunu düşünürdüm.Hatta bir zamanlar büyükmek adına okuduğum Cezmi Ersöz'ün klasik melankolik havasında şöyle diyordu;

"büyümek dedikleri aslında hep üşümektir... yaralısın… yaralıyım. çünkü yaşıyor olmak bazı kalpleri yaralar. bu hayatı böyle çırılçıplak görmek, hiç korunmadan ona öylece ve yıllarca maruz kalmak yaralar bazı insanları… büyümek derler adına, benliğini içeri daha içeri çekersin. saklarsın yaralı kalbini, gözyaşını içine akıtırsın. perde üstüne perde çekersin kimsesiz odanın penceresine. perde üstüne perde çekersin çocuksu düşlerine, aykırılığına, içinden konuşmalarına… büyümek derler adına, kuşlardan, mevsimlerden, deniz kıyılarında özgürlükten, düşlerden, sokaklardan bile korkuturlar insanı… sonra hayatın üstüne perde üstüne perde çekilir. bayağılık örter her şeyin üzerini. boğuntu, kasvet… kimse kimsenin gözlerinin içine bir daha korkusuzca bakamaz…büyümek dedikleri aslında o korkunç boşlukta hep üşümektir, hep üşümektir… "O zamanlar kötü zamanlarım olsa gerek.Cezmi Ersöz'ün anlattığı gibi büyüdükçe kirlenmiyorda değildim.Oysa bu olmamalıydı büyümek diyerek çıktığım yolda bıraktığım izler .Ve büyümek;artık dışarı çıkmak için yurttan izin almamaktı,müdür babaya hesap vermemek,yada istediğim zaman istediğim kadar dordurma yemek ve yahut terleyince su içiyor olmak. Ve yine büyümek;uzaklarin aslinda o kadarda uzak olmadiğinin anlasilmasi,ihtiyac duyuldugunda tum kotuluk ve pisliklere cesurcana karsi koymak, meleklerle dans etmek, savunmasizken tehlikelere karsi koruyan bir meleğin varolduğu, mutluluga inancımdan kaybetmemekti. .Yaşayamadığım Bazen büyümenin ne derece kötü olduğunu düşünürdüm.Hatta bir zamanlar büyükmek adına okuduğum bir Cezmi Ersözün klasik melankolik havasını sezinlemiştim.Şöyle diyordu;"büyümek dedikleri aslında hep üşümektir... yaralısın… yaralıyım. çünkü yaşıyor olmak bazı kalpleri yaralar. bu hayatı böyle çırılçıplak görmek, hiç korunmadan ona öylece ve yıllarca maruz kalmak yaralar bazı insanları… büyümek derler adına, benliğini içeri daha içeri çekersin. saklarsın yaralı kalbini, gözyaşını içine akıtırsın. perde üstüne perde çekersin kimsesiz odanın penceresine. perde üstüne perde çekersin çocuksu düşlerine, aykırılığına, içinden konuşmalarına… büyümek derler adına, kuşlardan, mevsimlerden, deniz kıyılarında özgürlükten, düşlerden, sokaklardan bile korkuturlar insanı… sonra hayatın üstüne perde üstüne perde çekilir. bayağılık örter her şeyin üzerini. boğuntu, kasvet… kimse kimsenin gözlerinin içine bir daha korkusuzca bakamaz…büyümek dedikleri aslında o korkunç boşlukta hep üşümektir, hep üşümektir… "
O zamanlar kötü zamanlarım olsa gerek.Cezmi Ersözün anlattığı gibi büyüdükçe kirlenmiyorda değildim.Oysa bu olmamalıydı büyümek diyerek çıktığım yolda bıraktığım izler .Ve büyümek;artık dışarı çıkmak için yurttan izin almamaktı,müdür babaya hesap vermemek,yada istediğim zaman istediğim kadar dordurma yemek ve yahut terleyince su içiyor olmak. Ve yine büyümek;uzaklarin aslinda o kadarda uzak olmadiğinin anlasilmasi,ihtiyac duyuldugunda tum kotuluk ve pisliklere cesurcana karsi koymak, kotuluklere engel olmak icin bir "iyilik" oldugunu ve o "iyiligi"-"ozunu" korumam gerektiğini, savunmasizken tehlikelere karsi koruyan bir meleğin varolduğu, mutluluga inancımdan kaybetmemekti. .Ve sonuç olarak çok şey kaybetmemiş halimleyim...Büyüdük ,büyüdüm..Ki büyümemiz gerekti.Yaşamamış çocuğumun ara sıra yaramaz ve şımarık edasıyla,"hey bende burdayım" diyen asi sesiyle büyüdümm işte...Şimdiyse "iyi ki de bu halimle büyümüşüm" diyorum... Sonuç olarak çok şey kaybetmemiş halimleyim...Büyüdük ,büyüdüm..Ki büyümemiz zorunluluktu. Velhasıl büyümek,kirlenmek-memek...

Çarşamba, Mayıs 28

Yanlızlığa Dair...

Günün doğuşunu seyrederken hiç mutlu olan varmıdır ki?Yada uykusuz bir gecenin sonunda etrafın yavaş yavaş aydınlandığını gördüğünde gülümseyen?Aydınlığa duyulan bu özlemin nedeni ne ki?Yoksa özlem duyulan şey yalnız olmak mı?Pencereden yurdun bahçesine bakmak ne güzel birşey,bu rüzgarın yüzüme vurması nasıl rahatlatıcı.Şuanda benim gibi pencereden dışarıya bakan kaç kişi daha vardır ve kaçı benim kadar mutludur bu basit olayı yaşamaktan?Bu sabah bu yatakta oturup rüzgarı bedenimde hissettmekten,odaya giren temiz havayla sigaramdan çıkan dumanı yarıştırmaktan,kuşları pencereden giren gün ışığından görmekten dolayı çok mutluyum.Çünkü bugün bana doğdu benden başka kim gördü ki bugünün ilk ışığını,temiz havanın şu saatlerdeki oksijenini kimin akciğerleriyle paylaştım ki?Ben kimseyi görmüyorum şuanda,bu sabahı yalnız karşıladım ve havayı yalnız ben soludum, işte buyüzden bugünün doğuşu birkez daha tatlı .Şuan odamda biri daha uyanık olsaydı eminimki güneşin doğuşu dikkatimi çekmeyecekti,yada şuandaki kuş seslerini duymucaktım.Yalnızlıktan bu kadar korkarken ve bu kadar canım yanarken yalnız olduğum için mutluyum şuanda.Dengesizim işte!Çünkü insanım.Diğerlerinden farklı yada eksik değilim dengesiz olduğum için.Çünkü yine söylüyorum uykusuz geçen bi gecenin ardından, sabahın ilk saatlerinde dışarıya baktığında, o anda duyduğu tek ses olan kuş sesini duyduğunda gülümseyen çok az insan vardır.Herkes yalnızlıktan korkar ama severde yalnızlığı.Yalnızlık nasıl güvende hissettiryorsun bana kendimi, şuanda olası tek düşmanın yine kendimim ve sensin.Sadece kendi varlığım korkutuyor beni, çünkü biliyorum sen beni seversin,sen insan seversin.Başka hangi canlıda bu kadar çok duygu ve his yaratabilirsin ki, yada sana ne bu kadar anlam kazandırabilir ki?Birazdan güneş iyice gösterecek kendini ve benim mutluluğum gitgide azalacak.Pencereden giren güneş ışığı bedenimde hissedilmeye başladı bile, kuş sesleride kalabalıklaşmaya...Halbuki sabah 6'da güneş hiç kimseyi yakmaz,kuşlar da bu saatte susmaz.Benimse memnuniyetsizliğim gitgide artıyo.Çünkü biraz önce uyanan oda arkadaşımla paylaşıyorum sabahın bu güzel saatini,birazdan diğeride kalkacak , telefonla alarmları çalmaya başlayacak,sonra Çevtem personelinin temizlik sesleri,bir diğeri osurup oksijenime metan karıştıracak,biri kapıyı açıp koridorda uzanan kedileri uyandıracak,o kediler açlıklarından dolayı dışarı çıkıp kuşlara saldıracak,kuşlar başka yerlerde ötecek,tuvaletteki saçkurutma makinesinin sesi penceremde kuş sesini bastıracak.Sonuç olarakta benim yüzümdeki gülümseme solacak, bu mutluluktan uzaklaşacağım.Hani her şey paylaşıldığında güzeldi?Nah güzel!Yalnızlıkta gitti şimdi ve önümde 2 seçenek var ya yurttakilerle beraber günün bu ilk saatlerini paylaşıcam yada gözlerimi kapatıp popoyu devirip sabah güneşinden mahrum kalıcam.Ben uyucam çünkü orda sadece ben olucam ne sabahlar doğurup,ne kuşlar getirecem pencereme,gelen karga bile olsa sadece bana uğursuzluk getircek,kimseyle paylaşmıcam ya, hala neden aptal gibi uyumadığımı bilmiyorum.Acele edeyim çünkü gitgide herşey, heryer aydınlanıyo ve herşey dahada netleşiyor,o kuş ne çirkin birşey yada cüzdanımın rengi güneş vurduğunda ne sinir bozucu.Gözlerimi kapatıp kendi karanlığımı yaratmalıyım,iyiki uyurken duymuyor insanoğlu, yoksa bu karga sesli kuş uyutmazdı beni.Birde sigara içebilsem uykuda ne güzel olacak………