Cuma, Ağustos 15

Solgun kalıyorsa başlangıçlar eksik kalsın bütün yazılar....

Kendimi umarsız ve terkedilmiş bir göğün yorgun bulutları gibi hissettiğim zamanlarda, hayat diye sunulan koşuşturmacadan alamadığım hazzın, duyumsayamadığım sevincin, hissedemediğim mutluluğun sebeplerini çok düşünmüştüm.. Bundan 14-15 yıl kadar önceydi sanırım, anlamsız suçlamalardan utanırdım... utanmam en çokta sınıfta bu haksılığa uğrama sonucu arkadaşlarımın gözünde küçülmemdi sanırsam.. yada ben küçüldüğümü hissederdim... hissettirirlerdi...

Bu ve benzeri yönelimlerden olsa gerek içimde çok büyük yıkıntılar biriktirdim... bu yıkıntılar kendimden başka kimseye zarar vermedi... içimde biriktirdiğim yıkıntılar, bir süre sonra tüm benliğimi yıktı... kendi enkazım altında kaldım.. enkaz altında üşüdüm, üşüdükçe ancak kendime sarılabildim... sarıldıkça daha çok üşüdüm... çok uğraştım gün yüzüne çıkmak için, çok bocaladım... ancak deniz dalgası misali dönüp dönüp kendimi vurdum... sonraları bir şekilde kurtuldum o enkazdan... yada kurtulduğumu sandım, sadece gelmesi olası atakları bir başka sürece ertelediğimi çok sonra farkettim... Serçeler bile unutmuşken ufaladığım tüm yıkıntılarımı, işte böyle beyaz renkte, yumru yumru, ortalama 250 gr civarında gelen şey yani beyin... meğersem bilinçaltı denen yere zulalamış tüm bunları... oysaki bilinçaltına zulalamasının manası yoktu, ben zaten aktif olarak kullanıyordum onları... yaşadığım-ız şey hiçte azımsanmayacak derecede bir travmaydı bizim için... öyle her babayiğidin başedebileceği cinsten değil ama...

Sonra ne vesile oldu bilmem, hiçte anlamlandıramadım zaten, şahin tanıklığı gözlerim, tarihsel sorgulamasını yaptı... meğersem sahnede oynanan ve bize sunulan sadece şaşırtmacalardan ibaret sahte aşklarla süslenmiş ilkokul hatırasından ibaretmiş... önüne gelen her düşe sırnaşan bir yelkenlinin tutarsızlığıymış...

Oysaki biz en masumduk... oysaki biz suçsuzduk... oysaki biz her bezirgan başında açılmayan kapılarda yakalanan haylaz çocuklardık... sadece bir şeylerin eksikliğinin tetiklediği asilikle bezenmiştik o kadar... sözüm ona sosyal hizmet uzmanlarımız çay höpürdetip, maç sohbetlerinden başını kaldırsalar bunu kaçınılmaz görecektiler ve dolayısıyla terbirlerini alacaktılar...

Bu parça parça yalnızlıktan, ayak altı sevdalardan, Kopuk gitar tellerinden, sessizlikten ve bakışsızlıktan kurtulmanın sevinciyle, Güneş gibi, su gibi özgür yanımla ve herkese, herşeye inat gün be gün çoğalan umudumula, içimdeki barış notasıyla, hayata duyduğum tarifsiz sevincimle burdayım işte... hayatın tam ortasındayım.. Artık geride onca yaşanılmışlığın ardından kendi evimdeyim,odamda...Adresin

i çok iyi bilen ve hesabını sormaya giden bir seyyah misali...Çok güçlü,çok huzurlu...

2 yorum:

Gökçe dedi ki...

daha iki yıl öncesine kadar yolda arabaları durdurup yaprak verirdik bilet niyetine..

kanalizasyona düşen arkadaşla 2kilometre yürümek..

şebnem ferah konserinde görevlinin ayağına kusmak..

anadolu lisesinde. ingilizce dersinde napolyon ne demek diyen insanlarla büyüdük ..

küçülmek.. kimin gözende kimin ölçütlerine göre???

içinde senin savaşın hatta kendinle.. yanlışları görüp düzeltecek gücü bulamamakta.. elin kolun bağlı sadece slogan atmakta..

benim rezil olma kriterim yoktur mesela, küçüldüğümü hissetiğim an hiç olmadı denecek kadar az..
sınıf ortasında hoca azarladığında bile bi cevabım vardı KENDİME verecek.. zaten gerisi -geride kalanlar- beni ilgilendirmiyordu ki..

hiç trabzona geldin mi??

bak burda çok küçük insan var benim gözümde değil herkes gözünde..

dün "aşkııım" diye biyerlerini yırtıp sevgilisi peşinde koşan hatun kişi ertesi gün başka bir aşkııım buluvermiş onla oynaşır olmuş.. bu da küçülmektir.. o insan içinde küçülüyor mu sence??
hayır.
çünkü yaptığının yanlış olduğunu bilse zaten yapmaz..

lisedeyken çocuk yuvasına gitmek için görevlilerle görüşmeye gittim.
görevli diye karşıma çıkan -müdür odasında oturup sigara içiyordu- aslına hademeymiş üstüne üstlük randevu bile verdi.. randevu günü yuvaya gittik sınıfça.. bize randevu veren adam yok.. müdür diye başka biri var karşımda almıyolar bizi içeri.
hademe geçti önümden, ben bunla konuştum dedim.. öğretmen morardı ama yuva müdürü daha çok morardı..
burda küçülen kim??

bu yaşanılanların hayatımda anı olarak kalacağını bildiğimden küçülmedim ben pek.. küçükken bi kaç kere olmuştu o zaman da zaten küçüktüm :)

"öteki insan yanlızlık iyidir.."
berikinden sevgiler ;)

Öteki dedi ki...

kaç yıldır hayattayım demek daha doğru olur küçülmek konusunda,ha bide ne yaşadığın...ve en yapılmaması gereken,belirli yaşlarda genelde gelinen konumlar yada yapılanlar,standart hayat diorum ben buna,dünya çapında yada türkiyede işe yarayıp yaramama sorgusu,dayatması olmayan binlerce insan..bunların dışında bir hayat sürdüğünü düşünerek çembere dahil olmam gerektiğini düşünüyo olabilirim ama şurda bir karar vermen gerek,bu benim tercihinmi yoksa -onlar-ın mı?hayat başkalarının tercih ettiklerine bakıp ben nerdeyim demek olmamalı,bunu düşünerek boğulmanı,bunun yerine nereye gittiğime bakarsam,yolculuk nereye derken bir daralma yaşarsam,işte bu,benin hayatım,iisiyle kötüsüyle,ve tercihlerinmle bana kader gelen,talihsizliklerini kötü tesadüflere denk getiren herşeyiyle,benin hayatın,ve bundan gurur duyarım,bunu yaptığın anda çözümlerede kafa yormaya başlarım...

Ama o zamanlar küçüktüm işte ve çevremde bissürü küçültüleniyleydim.Ama zaman öğretti asıl küçülmenin ne olduğu,insancıklarıda gösterdi...

Rizeliyim,oldukça iyi bilirim oraları.Oralardaki yaşamları,hırçın dalgaları...

Ve dediğin gibi "yanlızlık iyidir"